22 Kasım 2012 Perşembe

GÖL SAATLERİ

3-4 Kasım tarihlerinde blog yazarlarından ben, Ümran ve Özgül ile Bodeka'dan 3 arkadaşımızla yıllardır planladığımız Durusu turunu gerçekleştirdik. İstanbul'a bu kadar yakın ama bu kadar bakir kalabilmiş bir yer daha var mı bilmiyorum ama yeni havaalanı çok yakınlarında konumlandığına göre bir kaç seneye kadar burayı da "eskiden buralar ormandı, göldü, bu siteler yoktu" şeklinde anıyor olabiliriz....


Ama belki de bu kadar karamsar olmaya gerek yoktur. Biz oraya sabah vardığımızda çevre koruma görevlileri gelip kampımızı ziyaret ettiler, bizim sadece haftasonu kısa bir kano etkinliği için orada olduğumuzu öğrenince rahatladılar. Çünkü Durusu İstanbul'un sayılı su havzalarından biri, yapılaşma ve yerleşim yasaklanmış durumda. Görevliler bizim oraya yerleşme amacında olmadığımızı, kanolarımızın bisiklet gibi en çevreci araçlardan biri olduğundan emin olunca dostça vedalaştılar ve bizi göl ile başbaşa bıraktılar.
Daha önce gölde kürek çekmemiştik ve açıkçası ben pek ilgi çekici bulmuyordum gölleri. Deniz gibi hareketli, heyecan ve adrenalin dolu bir dünyadan sonra göl, sessiz ve kapalı bir doğa parçasını çağrıştırıyordu. Durusu ise büyük ve geniş uzantıları olan bir göl, çevrenindeki sazlıklar, ormanlar ve kıyılardaki katmanlı kaya oluşumları ile ilgiyi hep canlı tutuyor. Üstelik sonbaharın kahverengi ve sarı renkleri, zayıf güneş ışımları ve uçuk mavi göğü ile doğa uykuya hazırlandığını ilan ediyor.
İki gün gölün Kuzey kıyılarını keşfettik, parlak yeşil yosun izlerini, nilüferleri ve gölün durgun suyu üzerinde günün değişik saatlarinde oluşan ışık oyunlarını izledik.


Göl akşamında önce yıldızlı gece göğü sonra aniden iniveren sis altındaydık. Göl sisten yumuşak yorganınıdan sabahın ileri saatlerine kadar sıyrılmadı. Yükselen güneş sanki bulutsu örtüyü bizim kıyımızdan tutup karşı kıyıya doğru kaldırdı



Şimdi ilkyaz renkleri ile gölü hayal ediyoruz, doğanın canlandığı göl saatlerinde....


Fotoğraflar: Alper Hepgür

12 Aralık 2011 Pazartesi

Göcek'te Son Gün: Akdeniz'e ve Güneşe Elveda

Yazı: Özgül
Fotoğraflar: Senem


Bir önceki gece çadırımı Jukka'ya verdiğimden, Senem'in çadırında uyandım. 
Senem diğerleri gibi erkenden kalkmıştı, ve yine son kalkan kişi olarak, çadırdan kafamı çıkardım ki ne göreyim! Bir adada uyanmışım! Üstelik bir önceki gece demirlemiş olan yat da gitmiş! Renk desen muhteşem. Bizden başka kimse yok. Pardon mavi boynuzlu arsız keçi vardı bizden başka.



Çok acele etmeyerek Göcek'e doğru yola çıktık.
Kürek çekeceğimiz mesafe çok az olduğundan olabildiğinde oyalanmaya çalıştık. sonrasında rotayı uzatabilmek için kıyıdan kıyıdan, girintileri çıkıntıları kontrol ederek gittik.

İlk durağımız Yassıca Adalarıydı.ama burayı görmeyeydim keşke.. Uydu görüntülerinden aklımda kaldığı gibi kalsaydı. turkuaz renkli sular görüyorsun, heyecanlanıyorsun.  Balık-gözleme satan restoran-tekneler var. Sezonda dizi dizidirler tabi, velhasıl hayal kırıklığıdır benim için.



Yassıca adalardan sonra bir küçük koya çıktık. Pek tatlı bir yerdi orası da. dalı garip bir şekilde yuvarlak yapmış bir çam vardı.  Bir kuple de burda yüzdüm. koyda öğle yemeklerimizi yedik. Sonrasında bayaa bir oyalanmamıza, yolu uzatmamıza rağmen rüzgar da itti resmen arkadan. Koydan çıktıktan sonra göz açıp kapayıncaya Göcek'te başladığımız noktaya kadar geldik desem yeridir.



Dean bizi bekliyordu zaten. Kayaklarımızı teslim ettik, Jukka'yla vedalaştık. normal insanların arasına karıştık. Bira-balık-patates keyfinden sonraaa, nolcak döndük kürkçü dükkanımıza. tadı damağımızda kalarak.



Bu arada değinmeden geçemeyeceğim, Senem'in tencere, tava ve fotoğraf makinası gibi lojisitik desteklerinin dışında çadırını da kullanmış oldum :)

Çadırımı Jukka'ya verme olayı da şu: kampa çıktığımızdan beri bir sağanak yağmur efsanesi dolaşıp duruyor, ama yağmur yağmıyor. sadece bir önceki gece, çadırımı Jukka'ya vermeme yetecek kadar serpiştirdi, o kadar. Adam ortada yatıyor nitekim, biz misafirperver Türk kadınları hemen organize olup benim çadırı Jukka'ya tahsis ettik. ben de komşuya gittim yatmaya :)

Bugünle ilgili en unutmayacağım şey, güne sıcak sularda yüzerek başlamak sanırım..Bir de Ümran'ın yarı beline kadar suya girmiş bir şekilde, zarganaların peşinden koşuşu :)

Ertesi gün İstanbul'un dondurucu soğuğunda yürürken, bir önceki sabah sıcak sularda yüzmüş olmak gerçek değil gibi geldi!


3. gün rota

18 Kasım 2011 Cuma

Mavi Düşün İkinci Günü...

Yazı: Ümran
Fotoğraflar: Senem

Göcek turumuzun 2.günü olan 15/10/2011 Cumartesi sabahı Yavansu Koyunda 7.00 de uyandığımda  sadece şıpırtı şeklinde dalga ve altında bulunduğumuz ağaçlardan düşen zeytin tanelerinin sesi vardı. Koyun yapısından dolayı bulunduğumuz yer küçük bir göl kenarı hissini veriyordu. Jukka açıkta yatıyor, Senem, Armağan ve Özgül çadırlarındaydı. Denizin sakinliği ve sessizliğini dinlemek için sağdaki kayalıklara gittiğimde 5 dakika sonra Armağan da gelmişti. Denizin dibi akvaryum kadar net görünüyordu.


Armağan ile çevrede yürüyüş yaparak tatlı su bulmalı akşamki bulaşıkları yıkayıp sabah temizliğimizi yapmalıydık. Arka tepeye doğru tırmandık. Yolda yörenin zambak türü iri bir çiçeği olan bitkinin soğanlarının domuzlarca sabah kahvaltısı yapılma izlerini ve yerlere dökülmüş iri cins zeytinleri gördük. Tepede çok büyük bir kuyuya rastladık. Fakat suya ulaşamazdık. Yakınındaki bir ağaç altında ağzı çok dar ve ileriden toprak altından (çoban yapımı) gelen bir boruyla damlama (kaynak suyu) ile dolmuş-taşan bir bidon vardı. Aşağı inip diğer arkadaşlar ve bulaşıklarımızla tekrar suya geri döndük. Ben bu arada bidona, bulduğum bir hortumla arkadaşların ''az kıs,biraz aç'' komutlardan anlayan basit bir düzenek de yaptım:)) (oldum). Kuyusuyla, manzarasıyla, eski harabe evi ve diğer koya bağlantısıyla tepe çok güzeldi. Kahvaltımızı her zamanki gibi mükellef hazırladık. Sadece yok yoktu :)) Jukka mutfağımızı hayretle izliyordu 3.gün sonunda ''evet ya bu iş böyle yapılmalı'' diyecekti o da :)) Kampımızı toplayıp yan koydaki yerleşimden domates vb. temini için yola çıktık. Hava çok güzel, deniz durgundu.



Burnu döndüğümüzde adalar ve koylar arası market görevi yapan tekneye rastladık, alışverişimizi yaptık. Hamam koyuna 2 km sonra ulaştık. Kıyılara sürtünürcesine gittik hep, dip müthiş güzeldi. Bu koy girişindeki sığlık ve minik adalardan, girişin deprem sonucu çöktüğü ve denizin koya ilerleyerek yerleşimi su altında bıraktığını düşünüyorum. Koyun dibinde yarısı denizin üstünde hamam olarak havuzu, odaları, koridorlarıyla (kayakla içine girdik). Tabi ki Kleopatra'nın buraya da illaki uğradığı yerleşimde bulunmak yüzmek ve de öğle yemeğimizi yemek müthiş güzeldi. Koyun sihrinden olacak marketten aldığım konserve zeytinyağlı yaprak sarma ve pilaki kutularının ikisinden de pilaki çıktı :))



2. günün kampını Tersane  Adasında yapmak için saat 13.00 civarı yola koyulduk. Domuz Adasıyla  yan yana ve dönüş parkurunun ortalarındaydı. Deniz yine çok güzeldi. İki adanın arasındaki kanaldaki mağaraya uğramamız kaçınılmazdı. Ağzı dar olan mağaranın içine girince bizi yarasalar selamladı. Yapısal olarak yan duvarların altından giren güneş ışığı suda florasan ışığı etkisi yapıyordu. Zaman durmuş gibiydi. Rüyada olmadığımızı anlamak için elma v.b .servisi yapıldı. Özgül'ün bize ulaştırmaya çalıştırdığı bir elma da kendini yarasa sanmış havada uçuyordu.



Tersane Adasının yerleşim olan koyunun arkasındaki ıssız küçük bir koya yerleştik. Yabani armut ve zeytin ağaçları arasındaydık. Denize girmek için nefis bir koydu, girdik tabi ki. Gümüş balığı sürülerin bilek kalınlığında 1,5 metrelik zargana balıklarınca kıyıya sürülüp avlanmalarını izledik. Çevre (yan koy) keşfimiz için arkadaşlar gittiğinde ben kamp nöbetindeydim. Döndüklerinde hava kararmış, fenerleri yanmış, yan koydaki tesisin sahipleriyle dost olmuşlardı. Komşularımız gece ateş başı muhabbetimize nefis köy ekmeği, kola vb. hediyeleriyle katıldılar. Akşam yemeğimiz nefis bulgur pilavı, sucuk, peynir ve şaraptı. Gecenin sonunda gökyüzündeki dostumuz Ay’la da vedalaşıp çadırlarımıza çekildik.

ikinci gün rotamız

29 Ekim 2011 Cumartesi

Merhaba Göcek

Bir cuma günü, yeni uyanan bir kasabaya, sırtında sırt çantası ile inmek... ne güzel bir duygu öyle...Ondan daha da güzeli, gidilecek yere "sezon" içinde gitmemekmiş...Belki de ondan, biz 4 kişi, leziz kahvaltılıkları mideye indirirken, sürekli "ne iyi ettikte geldik" diyip durduk:))

Hemen güneyli olma psikolojisine girdiğimizden, yavaş yavaş kahvaltımızı ettik, sakin sakin yürüdük, bu nedenle Dean ile buluştuğumuzda saat 10'a geliyordu. Buluşma yerinde Jukka'yı da tüm alışverişini tamamlamış, hazırlıklarını yapmış halde bulduk...Biz mi?? Daha alışveriş yapacak, kıyafetlerimizi değiştirecek, malzemeleri kayaklara yerleştirecektik:) Öyle olunca, Dean'dan kayak ve malzemeleri teslim alıp, alışveriş yapıp, kıyafetlerimizi değiştirip, onca malzemeyi kayaklara yerleştirmemiz ve çıkmamız 11.30'u buldu.

Alışveriş sırasında önceden yaptığımız yemek planına göre ortak malzemeler aldık, bunun dışında herkes kendi zevkine göre atışmalık/ konserve vb aldı. Ne kadar su taşıyacağımız konusunda kararsız kaldık bir süre, sonunda kişi başı 6 lt su ile yola koyulduk [suların bir kısmını Umran Abi'ye son anda iade ettirdiğimden, omuzlarımda "leen ya yetmezse" yükü ile :)].










Kafamızdaki plan, molayı Bedri Rahmi Koyu'nda vermek, sonra da akşam Yavansu Koyu'nda kamp atmaktı. Dean ilk gün için 15 km kadar yol yapacağımızı, Bedri Rahmi'nin yolun yarısı olduğunu söylemişti. Göcek'ten çıkmamızın ilk bir saattinde, sadece "hayat bana güzel" diyip durdum galiba...Hissedilen huzur, mutluluk ve içerden bir sesin " bak ne iyi ettinde geldin" demesinin tam karşılığı bu olduğundan belkide :) Kısa molalarla Bedri Rahmi'ye ulaştığımızsa saat 2 civarı idi... O kadar mutlu idim ki, telefon koymak için olan dry-bag'in delik olması nedeniyle cep telefonumun ekranının tuzla su ile dolu olması bile, bende bir etki yaratmadı [ ki 2-3 hafta kadar önce, diğer telefonunu, Beykoz'un serin sularına bırakmış bir kişilik için aslında bu durum pek hoş değildi tabi] Gayet gülerek, telefonumu ve diğer eşyalarımı ağaç kütüğüne serip, yüzümde anlamsız bir gülümseme ile muhteşem manzarayı izlemeye koyuldum.


Yemek, yüzme, üstüne Senem'in yaptığı çay sonrasında [sağolsun Senem, tur boyunca hiç üşenmeden, her molada çay yaptı bize] 15.30 gibi tekrar kayaklarımıza bindik. Ben çok yediğimden olsa gerek, hiç kürek çekmemek, kayağın içinde öyle boş boş denizin ortasında oturmak istiyordum. Bu nedenle, Ümram Abi azimle önümüzde son hız kürek çekerken, ben bir süre, sadece bir görev bilinci ile yetişmeye çalıştım. Sonra ilk gün rehavetinden olsa gerek arkada Özgül ile isyan bayrağı çekip, hadi hadi kamp atalım şeklinde mızmızlanmaya başladık. Senem'i de ittifaka dahil ettiğimizde, elimizdeki haritalarla bayağı boğuştuk. En sonunda, aslında kamp yapılacak en uygun yerin gene Yavansu koyu civarı olduğunu anlayıp, güneşin batma saatini de gözönünde tutarak hızlandık...Göcek Körfezi'nin güney ucuna geldiğimizde 2 koy arasında kararsız kaldık bir süre, sonra halk arasında Martı Koyu olan koyda yerleşim olması hoşumuza gitmediğinden, bir önceki koycukta kamp kurmaya karar verdik. Martı Koyu'na rağmen daha engebeli sayılabilecek bu yeri bir sonraki sabah daha çok sevecektik [Yavansu Koyu içinde küçük yıkık bir iskeleye sahip bir yer, haritalarda ayrıca ismini göremedim].






Çadırları kurarken küçük bir motor yaklaşarak kendilerinin Martı Koyu'nda market işlettikleri, neye ihtiyacamız olursa hemen getirebileceklerini söylerek telefonlarını verdi. Biz bu sırada, Martı Koyu'nda kamp kurmayarak ne iyi bir iş yaptığımızı düşünüyorduk tabi:))


Yerleşme faslından sonra çay içip, akşam yemeği hazırlıklarına giriştik. Yemeğe, çorba ve domates-biberli bulgur pilavı ile başlayıp, devamını ise Jukka'nın bir ağaç dalını yontarak yaptığı çift uçlu çubuklarda, ateşte pişmiş köftelerle getirdik. Ehh tabi, kamp ateşi etrafından leziz sohbetler eşliğinde yudumladığımız saraptan bahsederek sizi iyice kıskandırmak istemem tabi:)) Sonrası güzel bir uyku...






ps: Bir sonraki tur için akılda tutulacaklar; Göcek Körfezi'nden çıkmayacağımızdan haritanın yeteceğini düşünmüştük. Açık denizler mutlaka ayrıntılı haritalar veya GPRS vb alınmalı.
Tek kamp ocağı 5 kişi için yeterli oldu, ancak bir sonraki sefere daha fazla baharat veya soğan/ sarımsak gibi şeyler alınmalı. Mutlaka denizde giymek için yedek kıyafetler getirilmeli, ıslak kıyafetleri ateşin yanında kuruttuk ama her seferinde bu kadar şanşlı olunmayabilir.


İlk gün rotamız

26 Ekim 2011 Çarşamba

Uçak Kalkıyor, Bekle bizi Göcek

13 Ekim 2011, perşembe günü  Senemle ben, ofislerimizde günü bitirmek için saatleri sayarken, Özgül ve Ümran çoktan çantaları toplayıp, havaalanının yolunu tutmuşlardı bile...Onları öncü ekip olarak perşembe akşamından Göcek'e yollarken, biz de Senem ile çantaya nasıl malzemeleri sığdıracağız, kıyafet olarak ne götürsek, yiyecek olarak neyi alsak almasak diye kafa yoruyorduk. Sonradan öğrendik ki, biz İstanbul'da çanta hazırlarken, Ümran ve Özgül sahilde içkilerini yudumlamaya başlamışlar bile...

Kamplı kayak turlarında tüm eşyamızı, yani çadır, uyku tulumu, mat, yiyecek, su ve diğer malzemeleri kayakların bagajlarına yerleştirdiğimizden dikkatlice bir hazırlık yapmamız gerekiyor. Hava durumunun sürekli yağmurlu hava göstermesinden dolayı, yağmurluğuma ek olarak, her kıyafet setinden ikişer tane hazırladım (sonradan fazla olduğunu anlayacaktım ya neyse). Ancak her durumda, dönüş yolu için temiz kıyafetler koymak lazım, yoksa ucakta insanlar garip garip bakabiliyor:) Çantaya Dean'ın getireceği malzemelere ek olarak, eldivenimi, yazlık ve kışlık sapkalarımı ve ayakkabılarımı koydum. Ayrıca, güneş kremi, alerji kremi, kas gevşeticimi vb kremlerimi yanıma aldım. Bunların yanında kuru kayısı, incir, fındık, badem gibi atışmalıklar ile kapaklı bir kase, kapaklı bir bardak, termos ve plastik çatal-bıçaklarımı da koyunca çantam hazır oldu.

Sabah 4'te kalkıp Sabiha Gökcen'ne doğru yola koyulurken, İstanbul'da hava serin ve yağmurlu, ben ise neşeli hatta çocuklar gibi şendim.. Havaalında Senemle, tam kampa giden izci çocuklar kıvamında idik...Ben hatta 5 dk Wing Lounge girip bir şeyler yiyecekmiş ayağına Ümran için biraz tuz, karabiber ve kırmızı biber bile çaldım, pardon aldım...

Yolculuk boyu, her şartta uyuyabilen Senem ve ben uyuduğumuzdan, Dalaman'a göz açıp kapatıncaya kadar vardık. Daha önce ayarladığımız shuttle ile 25 dakika sonra Göcek'e vardığımızda, İstanbul'dan bu kadar farklı bir yerde, bu kadar kısa sürede olabildiğimize ikimizde inanamadık açıkcası...hava ve mekanın dışında ben meşhur hapşurmalarıma başlayınca sokakta tanımadığım insanlar çok yaşa diyordu daha ne olsundu:))

25 Ekim 2011 Salı

Göcek Hazırlıkları- Part II

Göcek'e bir tur düzenleme fikri Senem'den çıktı... Yaz ortasıydı, olur molur dedik ama yaz boyunca ben pek kafa yormadım bu işe açıkcası. Sonra Senem'den BODEKA mail grubu üzerinden mail gelince, hadi Armağan dedim, hazırlan gidiyoruz:) Tarih ve rotalar konusunda olası katılımcılar arasında çeşitli mailleşmeler yapıldıktan sonra, Göcek körfezi ve 14-16 Ekim konusunda hemfikir olduk...İşyerinden izinler ve uçak biletleri de alınınca, sormayın heyecanımızı!

Kürek çekmek kadar, o güzel koylarda kamp yapma fikri de beni heyecanlandırdığından en çok o kısma kafa yordum ben (tamam tamam hazırlıktan ziyade hayal kurdum diyelim:)) Ben pek sevgili plazamda! denizi, koyları, ağaçları ve güzel havayı düşlerken sağolsun Senem, kayak malzemeleri ve lojistik konusunu süper bir şekilde organize ediyordu[ iyi arkadaş, organizasyon yapabilen arkadaştır:PP]

Bu arada, bir BODEKA boğaz turu sırasında Finlandiya'dan Turkiye'ye ziyarete gelen Jukka ile tanışıp, onu da maceramıza dahil edince "Göcek Turu Katılımcıları" belli oldu...Senem, Ümran, Ozgul, Jukka ve ben!!

24 Ekim 2011 Pazartesi

Göcek Hazırlıkları

Dört yıldır kurduğum Göcek'te sea kayak hayalleri sonunda gerçek olacaktı inanamıyordum. Klüpten benim gibi çılgın 3 maceraperest kürekçiyi kandırmak çok zor olmadı...Temmuz'da tekne ile gezdiğim zümrüt renkli koyların sea kayak için ne kadar uygun olduğunu yakından görmüştüm, kamp yapmanın bu dokunulmamış kıyılarda çok keyfli olacağını tahmin ediyordum ve herkese ballandırarak anlatmıştım.

İlk seçtiğimiz tarih Fethiye Macera Yarışları ile çakışınca, Dean'in malzeme konusunda kesin konuşamaması üzerine 1 hafta önceye çektik tarihi. Kano ve diğer kayak malzemelerini kiraladığımız Dean Liversly- Sevencapes ile daha önce Kaş ve Fethiye'de tur yaptığımdan ve kendisinden ilk kano eğitimimi aldığımdan organizasyon işini üstlendim ve Dean'in ilgisi, desteği ve indirimi ;) ile gezimizi planlamaya başladık...

Armağan Jukka ile bağlantımızı sağladı, Özgül uçuş organizasyonunda destek oldu, Ümran google earth'ten harita üzerinde çalışarak tur ve kamp güzergahları ile ilgili çalışma yaptı...Hergün telefon daha çok da mail ile hararetli ve eğlenceli biçimde tur hakkında kafa yoruyorduk...Bu arada "sea kayak bahane kamp mutfağı şahane" diyerek, kampta ne yeneceği, neler götürüleceği üzerinde sanırım biraz fazla durduk, bu obur-kürekçi durumları turda Finli dostumuz Jukka'yı biraz şaşırtacaktı :)

Turun başlamasına son bir hafta kala hava durumunu daha yakından izlemeye başladık ve o hafta İstanbul'da kış gelmişcesine soğuk ve seller gibi yağmur vardı...Her gün Poseidon'a bakıyordum. Animasyonlu tahmin haritasında koyu renkli yağmur bulutlarının Göcek üzerinde birazcık durduğunu görüp üzülüyordum, İstanbul'un karanlık, kasvetli ve soğuk havasından sonra Göcek'te güneşi göremeyecek miydik???



Bozcaada'ya Kürek ile Gittik

                                                                                                                dinle     güneşin gongu
                                                                                                                dinle     açık nabızlardan akıyor deniz
                                                                                                                karaltıyız şimdi uçurum eteklerinde
                                                                                                                Orpheus çağırıyor

                                                                                                                Can Alkor, Ponente, Güneşdil



Yazı: Senem

Bodeka’nın şimdiye dek İstanbul dışında gerçekleştirdiği en geniş katılımlı etkinlik, 30 – 31 Temmuz ve 1 Ağustos 2010 tarihlerinde Ege’nin şarap ve rüzgâr güzeli Bozcaada’da gerçekleşti. Haftalar önce başlayan planlama ile çok da sakin olmayan rüzgâr ve deniz koşullarına karşın kulüp üyelerinin keyif aldığı gerçek anlamda bir deniz kayağı tatili oldu.
Yolculuk(Lar)
Eminiz çok yakın bir gelecekte Bodeka’lılar İstanbul’dan Bozcaada’ya kayaklarla ulaşacaktır ama bu gezimiz için daha kısa bir kürek programı hazırlayarak Perşembe ve Cuma günü yola çıkan farklı kafileler halinde karayolu ile Çanakkale’ye ulaştık. Perşembe günü yola çıkan gruplar ile kayaklarımızı taşıyan kamyon, gece yarısı 2’de, bu saatte bile şaşırtıcı biçimde rüzgârlı olan Seddülbahir’de buluştuk. Ertesi gün için tahmin edilen 4 – 6 bofor Kuzeydoğu (Poyraz) rüzgârı ve 1–2 metre dalga boyu nedeniyle Seddülbahir – Bozcaada geçişi için gönüllü olan 4 kürekçi için  kayaklar kamyondan indirildi. Kamyon diğer kayaklar ve malzemeyi adaya ulaştırmak üzere Geyikli İskele’sine doğru hareket etti.


Seddülbahir’deki Günebakan Tarlası
Sabaha karşı 3’te yatıp birkaç saatlik uyku sonrası kalktığımızda, Seddülbahir’in gece karanlığında tam ayrımsayamadığımız kendine özgü renkleri ve coğrafyası ile karşılaştık: Kaldığımız pansiyonun arkasındaki kocaman günebakan tarlası, şimdilik uslu ve sakin görünen Ege Denizi’nin başladığı kıyılar ve sessiz anıtlar. Sabah 7’deki bu sakinliğin çok uzun sürmeyeceğini biliyorduk ama sohbet ve tatilin ilk gününün keyifli kahvaltısı ile denize çıkışımız 08.30’u buldu. Adaya araçlarla geçecek olan dostlarımız ile vedalaştık, onlardan adada resmi tören ve kırmızı halı ile karşılanacağımız konusunda söz aldık.
Bizim oyun arkadaşımız olan kardeşi İstanbul Boğaz’ı ile karşılaştırıldığında, bu ağırbaşlı, zarif geçit, geçmişteki onur savaşının unutulmaması gereken acı hatıraları ile saygı uyandırıyor, sahilden 500 metre açıkta Kuzey’de karşımıza çıkan Büyük Çanakkale Şehitleri Anıtı’nın uzaktaki mavi sisler içindeki görüntüsü, ileride yapacağımız Çanakkale Boğazı geçişi için bizi yüreklendiriyordu.

Bu Gemi Demirde mi Seyirde mi?
Planımız Seddülbahir’den karşı kıyıya, rüzgâr bizi Boğaz’ın çıkışına, gemi yolu boyunca sürüklemeden hızlıca geçerek kıyı boyunca Güney’e inmek ve Batı tarafındaki Ada’ya yönelmekti. Ancak Boğaz’ın ortasındaki gemi yoluna ulaştığımızda artan rüzgâr ve kuvvetli akıntı ile karşılaştık. Gemiler hızlı hareket ettikleri için devamlı onların konumlarını kestirmeye çalışarak ilerliyor, gerektiğinde yolumuz üzerindeki geminin geçişini güvenli bir mesafede durarak bekliyorduk. Gemi yolunu geçtikten sonra Anadolu tarafındaki rüzgârgüllerinin yakınındaki korunaklı küçük koyda mola vermeye karar verdik. Deniz kıyıdan 20 metre önce sığlaştığı için kayaklarımızdan çıkarak onları kumsal boyunca çekerek kıyıya getirdik. Artık Güneybatı yönünde önümüzde serilen ve ismine yakışır sarı-boz renkteki adanın ünlü Göztepe’si bizi selamlıyordu. Mola sırasında yaptığımız durum değerlendirmesinde, hızımızdan hoşnut, şimdiden beyaz evleri ve kalesi seçilen ada merkezini ikinci varış noktamız olarak belirledik.

Koydan açığa, tehlikeli sörf alanının dışına çıktıktan sonra Ada’ya doğru, kuvvetli rüzgâr tam arkamızda olacağı için tahmin ettiğimiz gibi hızlı ama yüksek dalgalar nedeniyle devrilme tehlikesine karşı sürekli tetikte kürek çekmeye başladık. Hızı artık 6 bofor kuvveti bulan rüzgâr, köpüklenen ve üzerimize devrilen dalgalar nedeniyle kayağın bozulan rotasını düzeltmek için dümen kullanmak yeterli olmuyor, dengeyi sağlamak ve devrilmemek için sık sık kürek destekleri (high brace – low brace) uygulamak gerekiyordu.

Bu zor ama eğlenceli seyir durumunda, 7 – 8 km ilerimizdeki iki geminin önünden mi geçmeliyiz yoksa geçmelerini mi beklemeliyiz diye bir süre tartıştıktan sonra gemilerin demirde olduklarını fark etmemiz hepimizi çok güldürdü.

Saat 13.00’e doğru, Ada’nın küçük beyaz binaları ve kalenin güçlü duvarları karşımızda büyürken Klüp Başkanımızın “Hedefe varmaya en yakın olduğunuz an, hata yapma olasılığınızın en yüksek olduğu andır, dikkatli olun” uyarısına karşın Ada’ya bir an önce ulaşmak için sabırsızlanarak giderek daha hızlı kürek çekiyorduk.

Rum Mahallesi’nin Daracık Çakıl Sahili
Saat 13.30’a doğru Kale’nin Batı tarafındaki Rum Mahallesi’nin köpüklü dalgaların dövdüğü dar çakıl sahiline çıktığımızda hedefimize beklediğimizden hızlı ve sorunsuz ulaşmanın sevinciyle birbirimizi kutladık. GPS’ de kayıtlı bilgilere göre, Seddülbahir’den çıktıktan sonra verdiğimiz 47 dakikalık mola hariç 4 saat 6 dakika kürek çekerek, ortalama saatte 6 km hızla, 25,66 km yol kat etmiştik.
Biz kayaklarımızı sahile çekerken etrafımızda, Ada’larına hiç de alışık olmadıkları bir araçla, deniz kayakları ile gelen bu ilginç ziyaretçileri görmeye gelen Ada sakinleri toplanıyordu.

Ada’ya feribotla ulaşacak dostlarımızı aradığımızda onların erken feribotta yer bulamadıklarını Ada’ya 2 saat sonra ulaşacaklarını öğrenince önüne çıktığımız, beyaz tahta iskemleleri, asma altı gölgesi ile tam da Ege renklerini ve tarzını yansıtan restoranda oturup bir şeyler atıştırıp dinlenmeye karar verdik.

Gerçekte ilk planımız Seddülbahir-Bozcaada geçişini Sulubahçe Koyu’nda tamamlamaktı ancak rüzgârın çok şiddetlenmiş olması bulunduğumuz Ada Merkezi ile Sulubahçe arasındaki 20 km geçişi çok zorlaştıracağından kayakları karayolu ile taşımaya karar verdik.
Kayakları taşıyacak aracı beklerken, Ada’nın daracık, gölgeli ve rengârenk çiçeklerle süslü ara sokaklarında gezindik, öğle sıcağında tenha olan ama geceleri hareketlenen ünlü barların ve kafelerin bulunduğu caddeleri, akşam yemeği için gideceğimiz Şehir Restoran’ın bulunduğu küçük limanı gördük.
Kayakları yüklediğimiz araç bizi 15 dakikalık yolculuk sonrası Sulubahçe Koyu’nun yola en yakın tarafına, sahildeki güzel dut ağacının yanında bıraktı ve buradan kayaklara atlayıp kalacağımız kamp alanına en yakın noktaya doğru kürek çektik. Sulubahçe Koyu’nun ortasındaki varış noktamızda feribotla Ada’ya ulaşan Bodeka’lı dostlarımızla karşılaştık. Korkunç öğle sıcağına daha fazla dayanamayarak kendimizi Ada’nın ünlü buz gibi denizine bıraktık.

Ada’daki ilk akşamımızda Liman’daki Şehir Restoranda Bodeka’lılarla keyifli sohbetler eşliğinde yediğimiz yemekten sonra Ada’nın müzik ve ışık taşan kalabalık sokaklarında yürüdük. Bir süre sokaklarda, kafelerde eğlenen neşeli insanlar gibi takılmaya çalışsak da kısa zamanda önceki gecenin yolculuk yorgunluğu ve uykusuzluk üzerimize çöktü ve kampa dönmeye karar verdik.


Circumnavigation of Bozcaada (Ama Başka bir Zaman)
Her gerçek kayakçının en büyük hayali tabii ki gözüne kestirdiği bir adanın etrafında tam bir tur atmak, bir anlamda onu fethetmek değil midir? Örneğin bu uğurda Freya Hoffmeister 2009 yılını tek başına Avustralya kıta-adasının etrafında dolaşarak geçirmiştir, nice kayakçı her yıl Yeni Zelanda’nın yabanıl adası Tasmanya’nın, Kanada’nın Vancouver Ada’sının tehlikeli sularına koşmaktadır. Bizim henüz böyle büyük tur tasarılarımız olmamakla birlikte, Bozcaada'yı başlangıç için uygun bir adacık olarak gözümüze kestirmiştik. Ancak Seddülbahir geçişi sırasında, o rüzgârgüllerini fırfır döndüren şiddetli Poyraz nedeniyle, Ada kıyılarının tam turunun bir günde yapılmasının tahmin ettiğimizden çok daha zor olacağını anlamış bulunuyorduk.
Dolayısıyla Ada’daki ikinci günümüzde, Ada’nın etrafında tam tur denemesi yerine, katılımın da artmasını sağlayacak biçimde 10 km’lik daha kısa bir rota belirledik: Sulubahçe Koyu’ndan çıkarak Ada’nın Doğu tarafına, Akvaryum Koyu’na ve belki daha ilerilere. Bu kısa keyif turu için 6 kayakçı sabah erkenden Sulubahçe Koyu yolunu tuttuk ve Akvaryum Koyu’na doğru yönelmeden önce Sulubahçe’nin hemen yanındaki ünlü Ayazma Plajı’nda kahvaltı etmek üzere kürek çektik. Kahvaltı sonrası kalabalıklaşmaya başlayan geniş Ayazma Plajı’ndan ayrılmak üzereyken, Bodeka Kayak Eğitimcisi Çağatay ve eşi ile karşılaştık ve akşam tekrar görüşmek üzere vedalaştık.

Sakin denizde, hafif meltem eşliğinde küçük kumsalların, az sayıda ziyaretçinin keyif yaptığı tenha plajların önünden geçtik. Bozcaada’yı bir üçgene benzetirsek, taban kenarı üzerinde Doğu köşesine doğru yaklaşmaya başladığımızda küçük kumsallar yerini kayalık kıyı şeridine bıraktı. İşte denizden ve karadan ulaşımın zor olduğu, ancak deniz kayağı gibi küçük ve çevik bir araç ile keşfedilebilecek kıyılardaydık: Rüzgârın ve dalgaların binlerce yılda biçimlendirdiği, birçok canlı türünün yaşam alanı kayalıklar, denizin ortasındaki kaya bahçeleri, mağaralar, hatta Fethiye’de karşınıza çıkan denize akan şelaleler... Kayalık kıyı şeridinde denizin yeşilden maviye sürekli dönen renklerini izleyerek büyülenmişçesine saatlerce kürek çekebilirsiniz. Biz de küçük mağaraları keşfederek, kaya bahçelerinin daracık geçitlerinde dolaşarak Mermerburnu’na kadar ulaştık, dönüş saatimizin çok geç olmaması için Akvaryum Koyu’na kadar ilerlemeden dönmeye karar verdik. Dönüş yolunda Ada’nın sağanak halinde esen Poyraz’ı ile karşılaştık. Rüzgâr bir süre 6 bofor kuvvetinde esiyor, kürek çekmeyi güç hale getiriyor sonra bir süre kalıyor ve bu döngü tekrarlanıyordu. Boğaz’dan ya da Akdeniz’den alışık olmadığımız bu yorucu koşullarda Sulubahçe’ye saat 14.30 gibi ulaştık.

Polente'nin Beyaz Kayaları
Akşam gün batımını ve ünlü rüzgârgüllerini görmek için Polente Burnu’na gittik ve Ada şaraplarını kapıp buraya akın eden diğer yüzlerce ziyaretçi ile birlikte güneşin ufukta kaybolmadan önceki muhteşem kızıllığını izledik. Falezlerin üzerinden aşağıya baktığımızda, Polente’yi denizden de ziyaret etmemiz gerektiğine karar verince ertesi günün rotası belirlenmiş oldu.
Üç kayakçı, Ada’daki üçüncü ve son gün turumuz için, kayakların İstanbul’a dönüş için saat 14.00 feribotuna yetişecek kamyona yüklenmesi gerektiğinden, erkenden Sulubahçe Koyu’na yollandık ve kayaklarımıza atlayıp Batı’ya Polente Burnu’na doğru kürek çekmeye başladık. Sakin havada, önümüz sıra küçük balıkların gümüş ışıltılı zıplayışlarını seyrederek falezlerin başladığı, bembeyaz tortul kayalıklara ulaştık. Bazı yerlerde denizin çok sığlaştığı, geniş düz kayalık zemin üzerinde, kayağın kayaya oturma tehlikesi ile karşılaşarak kürek çekmek ilginçti. Kayaların üzerinde veya etrafında dolaşmak, kayağın kayalara çarpmaması ya da kayanın üzerine oturmaması ve devrilmemesi için sürekli dikkat etmeyi gerektiriyor.
Önceki akşam gün batımını izlediğimiz falezlerin dibindeki bembeyaz küçük kumsalda mola verdik ve dönüş yoluna geçtik. Tam da planladığımız gibi saat 11.30’da iki gün önce Sulubahçe Koyu’na doğru yola çıktığımız yere, dut ağacının dibine kadar kürek çektik. Burada kayaklarımızla İstanbul’da görüşmek üzere vedalaşarak, dönüş yolu için hazırlanmak üzere kampın yolunu tuttuk.