dinle güneşin gongu
dinle açık nabızlardan akıyor deniz
karaltıyız şimdi uçurum eteklerinde
Orpheus çağırıyor
Can Alkor, Ponente, Güneşdil
Yazı: Senem
Bodeka’nın şimdiye dek İstanbul dışında gerçekleştirdiği en geniş katılımlı etkinlik, 30 – 31 Temmuz ve 1 Ağustos 2010 tarihlerinde Ege’nin şarap ve rüzgâr güzeli Bozcaada’da gerçekleşti. Haftalar önce başlayan planlama ile çok da sakin olmayan rüzgâr ve deniz koşullarına karşın kulüp üyelerinin keyif aldığı gerçek anlamda bir deniz kayağı tatili oldu.
Yolculuk(Lar)
Eminiz çok yakın bir gelecekte Bodeka’lılar İstanbul’dan Bozcaada’ya kayaklarla ulaşacaktır ama bu gezimiz için daha kısa bir kürek programı hazırlayarak Perşembe ve Cuma günü yola çıkan farklı kafileler halinde karayolu ile Çanakkale’ye ulaştık. Perşembe günü yola çıkan gruplar ile kayaklarımızı taşıyan kamyon, gece yarısı 2’de, bu saatte bile şaşırtıcı biçimde rüzgârlı olan Seddülbahir’de buluştuk. Ertesi gün için tahmin edilen 4 – 6 bofor Kuzeydoğu (Poyraz) rüzgârı ve 1–2 metre dalga boyu nedeniyle Seddülbahir – Bozcaada geçişi için gönüllü olan 4 kürekçi için kayaklar kamyondan indirildi. Kamyon diğer kayaklar ve malzemeyi adaya ulaştırmak üzere Geyikli İskele’sine doğru hareket etti.
Seddülbahir’deki Günebakan Tarlası
Sabaha karşı 3’te yatıp birkaç saatlik uyku sonrası kalktığımızda, Seddülbahir’in gece karanlığında tam ayrımsayamadığımız kendine özgü renkleri ve coğrafyası ile karşılaştık: Kaldığımız pansiyonun arkasındaki kocaman günebakan tarlası, şimdilik uslu ve sakin görünen Ege Denizi’nin başladığı kıyılar ve sessiz anıtlar. Sabah 7’deki bu sakinliğin çok uzun sürmeyeceğini biliyorduk ama sohbet ve tatilin ilk gününün keyifli kahvaltısı ile denize çıkışımız 08.30’u buldu. Adaya araçlarla geçecek olan dostlarımız ile vedalaştık, onlardan adada resmi tören ve kırmızı halı ile karşılanacağımız konusunda söz aldık.
Bizim oyun arkadaşımız olan kardeşi İstanbul Boğaz’ı ile karşılaştırıldığında, bu ağırbaşlı, zarif geçit, geçmişteki onur savaşının unutulmaması gereken acı hatıraları ile saygı uyandırıyor, sahilden 500 metre açıkta Kuzey’de karşımıza çıkan Büyük Çanakkale Şehitleri Anıtı’nın uzaktaki mavi sisler içindeki görüntüsü, ileride yapacağımız Çanakkale Boğazı geçişi için bizi yüreklendiriyordu.
Bu Gemi Demirde mi Seyirde mi?
Planımız Seddülbahir’den karşı kıyıya, rüzgâr bizi Boğaz’ın çıkışına, gemi yolu boyunca sürüklemeden hızlıca geçerek kıyı boyunca Güney’e inmek ve Batı tarafındaki Ada’ya yönelmekti. Ancak Boğaz’ın ortasındaki gemi yoluna ulaştığımızda artan rüzgâr ve kuvvetli akıntı ile karşılaştık. Gemiler hızlı hareket ettikleri için devamlı onların konumlarını kestirmeye çalışarak ilerliyor, gerektiğinde yolumuz üzerindeki geminin geçişini güvenli bir mesafede durarak bekliyorduk. Gemi yolunu geçtikten sonra Anadolu tarafındaki rüzgârgüllerinin yakınındaki korunaklı küçük koyda mola vermeye karar verdik. Deniz kıyıdan 20 metre önce sığlaştığı için kayaklarımızdan çıkarak onları kumsal boyunca çekerek kıyıya getirdik. Artık Güneybatı yönünde önümüzde serilen ve ismine yakışır sarı-boz renkteki adanın ünlü Göztepe’si bizi selamlıyordu. Mola sırasında yaptığımız durum değerlendirmesinde, hızımızdan hoşnut, şimdiden beyaz evleri ve kalesi seçilen ada merkezini ikinci varış noktamız olarak belirledik.
Koydan açığa, tehlikeli sörf alanının dışına çıktıktan sonra Ada’ya doğru, kuvvetli rüzgâr tam arkamızda olacağı için tahmin ettiğimiz gibi hızlı ama yüksek dalgalar nedeniyle devrilme tehlikesine karşı sürekli tetikte kürek çekmeye başladık. Hızı artık 6 bofor kuvveti bulan rüzgâr, köpüklenen ve üzerimize devrilen dalgalar nedeniyle kayağın bozulan rotasını düzeltmek için dümen kullanmak yeterli olmuyor, dengeyi sağlamak ve devrilmemek için sık sık kürek destekleri (high brace – low brace) uygulamak gerekiyordu.
Bu zor ama eğlenceli seyir durumunda, 7 – 8 km ilerimizdeki iki geminin önünden mi geçmeliyiz yoksa geçmelerini mi beklemeliyiz diye bir süre tartıştıktan sonra gemilerin demirde olduklarını fark etmemiz hepimizi çok güldürdü.
Saat 13.00’e doğru, Ada’nın küçük beyaz binaları ve kalenin güçlü duvarları karşımızda büyürken Klüp Başkanımızın “Hedefe varmaya en yakın olduğunuz an, hata yapma olasılığınızın en yüksek olduğu andır, dikkatli olun” uyarısına karşın Ada’ya bir an önce ulaşmak için sabırsızlanarak giderek daha hızlı kürek çekiyorduk.
Rum Mahallesi’nin Daracık Çakıl Sahili
Saat 13.30’a doğru Kale’nin Batı tarafındaki Rum Mahallesi’nin köpüklü dalgaların dövdüğü dar çakıl sahiline çıktığımızda hedefimize beklediğimizden hızlı ve sorunsuz ulaşmanın sevinciyle birbirimizi kutladık. GPS’ de kayıtlı bilgilere göre, Seddülbahir’den çıktıktan sonra verdiğimiz 47 dakikalık mola hariç 4 saat 6 dakika kürek çekerek, ortalama saatte 6 km hızla, 25,66 km yol kat etmiştik.
Biz kayaklarımızı sahile çekerken etrafımızda, Ada’larına hiç de alışık olmadıkları bir araçla, deniz kayakları ile gelen bu ilginç ziyaretçileri görmeye gelen Ada sakinleri toplanıyordu.
Ada’ya feribotla ulaşacak dostlarımızı aradığımızda onların erken feribotta yer bulamadıklarını Ada’ya 2 saat sonra ulaşacaklarını öğrenince önüne çıktığımız, beyaz tahta iskemleleri, asma altı gölgesi ile tam da Ege renklerini ve tarzını yansıtan restoranda oturup bir şeyler atıştırıp dinlenmeye karar verdik.
Gerçekte ilk planımız Seddülbahir-Bozcaada geçişini Sulubahçe Koyu’nda tamamlamaktı ancak rüzgârın çok şiddetlenmiş olması bulunduğumuz Ada Merkezi ile Sulubahçe arasındaki 20 km geçişi çok zorlaştıracağından kayakları karayolu ile taşımaya karar verdik.
Kayakları taşıyacak aracı beklerken, Ada’nın daracık, gölgeli ve rengârenk çiçeklerle süslü ara sokaklarında gezindik, öğle sıcağında tenha olan ama geceleri hareketlenen ünlü barların ve kafelerin bulunduğu caddeleri, akşam yemeği için gideceğimiz Şehir Restoran’ın bulunduğu küçük limanı gördük.
Kayakları yüklediğimiz araç bizi 15 dakikalık yolculuk sonrası Sulubahçe Koyu’nun yola en yakın tarafına, sahildeki güzel dut ağacının yanında bıraktı ve buradan kayaklara atlayıp kalacağımız kamp alanına en yakın noktaya doğru kürek çektik. Sulubahçe Koyu’nun ortasındaki varış noktamızda feribotla Ada’ya ulaşan Bodeka’lı dostlarımızla karşılaştık. Korkunç öğle sıcağına daha fazla dayanamayarak kendimizi Ada’nın ünlü buz gibi denizine bıraktık.
Ada’daki ilk akşamımızda Liman’daki Şehir Restoranda Bodeka’lılarla keyifli sohbetler eşliğinde yediğimiz yemekten sonra Ada’nın müzik ve ışık taşan kalabalık sokaklarında yürüdük. Bir süre sokaklarda, kafelerde eğlenen neşeli insanlar gibi takılmaya çalışsak da kısa zamanda önceki gecenin yolculuk yorgunluğu ve uykusuzluk üzerimize çöktü ve kampa dönmeye karar verdik.
Circumnavigation of Bozcaada (Ama Başka bir Zaman)
Her gerçek kayakçının en büyük hayali tabii ki gözüne kestirdiği bir adanın etrafında tam bir tur atmak, bir anlamda onu fethetmek değil midir? Örneğin bu uğurda Freya Hoffmeister 2009 yılını tek başına Avustralya kıta-adasının etrafında dolaşarak geçirmiştir, nice kayakçı her yıl Yeni Zelanda’nın yabanıl adası Tasmanya’nın, Kanada’nın Vancouver Ada’sının tehlikeli sularına koşmaktadır. Bizim henüz böyle büyük tur tasarılarımız olmamakla birlikte, Bozcaada'yı başlangıç için uygun bir adacık olarak gözümüze kestirmiştik. Ancak Seddülbahir geçişi sırasında, o rüzgârgüllerini fırfır döndüren şiddetli Poyraz nedeniyle, Ada kıyılarının tam turunun bir günde yapılmasının tahmin ettiğimizden çok daha zor olacağını anlamış bulunuyorduk.
Dolayısıyla Ada’daki ikinci günümüzde, Ada’nın etrafında tam tur denemesi yerine, katılımın da artmasını sağlayacak biçimde 10 km’lik daha kısa bir rota belirledik: Sulubahçe Koyu’ndan çıkarak Ada’nın Doğu tarafına, Akvaryum Koyu’na ve belki daha ilerilere. Bu kısa keyif turu için 6 kayakçı sabah erkenden Sulubahçe Koyu yolunu tuttuk ve Akvaryum Koyu’na doğru yönelmeden önce Sulubahçe’nin hemen yanındaki ünlü Ayazma Plajı’nda kahvaltı etmek üzere kürek çektik. Kahvaltı sonrası kalabalıklaşmaya başlayan geniş Ayazma Plajı’ndan ayrılmak üzereyken, Bodeka Kayak Eğitimcisi Çağatay ve eşi ile karşılaştık ve akşam tekrar görüşmek üzere vedalaştık.
Sakin denizde, hafif meltem eşliğinde küçük kumsalların, az sayıda ziyaretçinin keyif yaptığı tenha plajların önünden geçtik. Bozcaada’yı bir üçgene benzetirsek, taban kenarı üzerinde Doğu köşesine doğru yaklaşmaya başladığımızda küçük kumsallar yerini kayalık kıyı şeridine bıraktı. İşte denizden ve karadan ulaşımın zor olduğu, ancak deniz kayağı gibi küçük ve çevik bir araç ile keşfedilebilecek kıyılardaydık: Rüzgârın ve dalgaların binlerce yılda biçimlendirdiği, birçok canlı türünün yaşam alanı kayalıklar, denizin ortasındaki kaya bahçeleri, mağaralar, hatta Fethiye’de karşınıza çıkan denize akan şelaleler... Kayalık kıyı şeridinde denizin yeşilden maviye sürekli dönen renklerini izleyerek büyülenmişçesine saatlerce kürek çekebilirsiniz. Biz de küçük mağaraları keşfederek, kaya bahçelerinin daracık geçitlerinde dolaşarak Mermerburnu’na kadar ulaştık, dönüş saatimizin çok geç olmaması için Akvaryum Koyu’na kadar ilerlemeden dönmeye karar verdik. Dönüş yolunda Ada’nın sağanak halinde esen Poyraz’ı ile karşılaştık. Rüzgâr bir süre 6 bofor kuvvetinde esiyor, kürek çekmeyi güç hale getiriyor sonra bir süre kalıyor ve bu döngü tekrarlanıyordu. Boğaz’dan ya da Akdeniz’den alışık olmadığımız bu yorucu koşullarda Sulubahçe’ye saat 14.30 gibi ulaştık.
Polente'nin Beyaz Kayaları
Akşam gün batımını ve ünlü rüzgârgüllerini görmek için Polente Burnu’na gittik ve Ada şaraplarını kapıp buraya akın eden diğer yüzlerce ziyaretçi ile birlikte güneşin ufukta kaybolmadan önceki muhteşem kızıllığını izledik. Falezlerin üzerinden aşağıya baktığımızda, Polente’yi denizden de ziyaret etmemiz gerektiğine karar verince ertesi günün rotası belirlenmiş oldu.
Üç kayakçı, Ada’daki üçüncü ve son gün turumuz için, kayakların İstanbul’a dönüş için saat 14.00 feribotuna yetişecek kamyona yüklenmesi gerektiğinden, erkenden Sulubahçe Koyu’na yollandık ve kayaklarımıza atlayıp Batı’ya Polente Burnu’na doğru kürek çekmeye başladık. Sakin havada, önümüz sıra küçük balıkların gümüş ışıltılı zıplayışlarını seyrederek falezlerin başladığı, bembeyaz tortul kayalıklara ulaştık. Bazı yerlerde denizin çok sığlaştığı, geniş düz kayalık zemin üzerinde, kayağın kayaya oturma tehlikesi ile karşılaşarak kürek çekmek ilginçti. Kayaların üzerinde veya etrafında dolaşmak, kayağın kayalara çarpmaması ya da kayanın üzerine oturmaması ve devrilmemesi için sürekli dikkat etmeyi gerektiriyor.
Önceki akşam gün batımını izlediğimiz falezlerin dibindeki bembeyaz küçük kumsalda mola verdik ve dönüş yoluna geçtik. Tam da planladığımız gibi saat 11.30’da iki gün önce Sulubahçe Koyu’na doğru yola çıktığımız yere, dut ağacının dibine kadar kürek çektik. Burada kayaklarımızla İstanbul’da görüşmek üzere vedalaşarak, dönüş yolu için hazırlanmak üzere kampın yolunu tuttuk.